İskele meydanında
Hızlı adımlar
Bir dosya
Bir kravat bir gömlek
Sıska bir beden
Yani ben
Peşimde üç göz var
Üç göz üç köşede
Üç ana gibi bakıyor bana
Üç göz üç çocuk
Ben babaları
Üç göz üç ana
Ben çocukları,
Bu üç çift göz
İskele meydanında güpegündüz
Bizzat kendi dikkatime rastlayan
Beni gölgem gibi kovalayan
Gafletimden fırsat arayan üç adam
Ben otuz yıl önce
Nazımdan aldığım emaneti
İnleyen milleti
Vurulmuş şairleriyle bu memleketi
Proleter devrimin
Tüm güzellikleriyle tanıştırmak için
Gecemle gündüzümle
Sazımla sözümle
Şiirimle
On dokuz yıldır
Bas-bas bağırmaktayım ki
Bu üç çift göz
Yedi yüzyıldır
Bir ana gibi insanlarımızı emziren
Anadolu”mu,
Karanlıklara gömerek,
Kanını emerek
Sömürerek
Yutmak isteyenlerin
Melun köleleri
Bu üç çift göz
Karanlık bekçileri
Üç köşede üç ana gibi…
…
ben kapının önünde öylece dururken,
bu üç çift göz
üç köşeden bana bakıyordu
sonra,
mevsimlik bir kuş gibi
vurulmuş gibi
korkarak titreyerek
ürkek bir sesle
“Üç Ağaçlar’ı mırıldandım
-hani ! Bursa Damında
Nazım’la mahpus olan
Hüseyin’in söylediği türküyü-
Türküm bitti korkum bitmedi
..yine hızlı adımlar
dosya kravat gömlek
sıska bir beden
yani ben,
sonra jeton, turnike,
merdiven, en üst kat
rüzgar, hafif kar
yanıp sönen lambalar
ve hakim dostum, şüphe
karşımda gazete okuyan adam
gözlüğünün üstünden bakıyor bana
sigaramı çıkardım
kibriti arıyorum
üç kez çaktım
rüzgar kar
olmuyor
yürüdüm merdivene
yaktım sigaramı
dumanı üflemedim, gözlerim yaşardı
alt katta sarı bir kız
elinde çanta
gittim yanına dikildim
dakikalarca baktım birbirimize
sustuk yalnızca,
birden yine o üç göz
aklıma düşmesiyle telaş kin
-şimdi düşünüyorum da
aptal kafa
denizin ortasında üçe bir
beni tutuklayabilirlerdi
beni neden tutuklamadılar
beni neden tutukla…
kötü şeyler geliyor akla
kapıya geldim, vapur yanaştı
önce ben sonra halat
beynim satrançta gibi
bir şaha karşı üç vezir
hamle sırası onlarda
oysa ki…
ben kendi memleketimde
bizzat onların kanunlarıyla
hür bir insanım
benden neyi gizliyorlar
beni neden izliyorlar
benim babam
benden yirmi yıl önce
aşından ekmeğinden
işinden
ödün vererek
bizzat kendi tırnağıyla dişiyle
daha güzel bir dünya için
daha aydın bir kitle
oluşturma uğraşında
ömrünün en güzel yıllarını
dağlarda kavgalarda
zindanlarda geçirmiş
ben ki öyle bir babanın
varlığından habersiz
on bir yıl yaşamışım
zindan hakkım değil benim
benim hakkım değil zindan…
bir dosya,
gömlek, kravat,
sıska bir beden
yani ben…
bir Çarşamba günü
güpegündüz,
Eminönü’nün dar sokaklarında
Kıstırılmış bir hayvan gibi
Ürkü ve telaş içinde
Koşup dururken,
Yaşadığım yıllar geçti gözümden
Satır-satır yaşadım yeniden
Dünü ve bugünü
Sevdiğim kızları,
Dostlarımı
Ve mahalle kahvesindeki
Okey taşlarını düşündüm…
Kesildi takatim
Oturdum kaldırım taşlarına
Düşündüm büyük usta Marks’ı
Gülümsedi gözlerinin içiyle
Uzattı elini
İrkildim önce
Sürükledi beni peşinden
Bir koca dünya aşmış gibi
Aştım dar sokakları
şimdi karşımda
üç çift güneş gibi
beni yakan
o çift göz
söndüler kırık birer ampul gibi
kayboldular
kendi karanlıklarında
yürüdüm muzaffer bir edayla
kentin sokaklarında…
İstanbul – 1996
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz