Üye Girişi »     
ޞah Aklını Kaybedince

Karanlık çekirge orduları gibiydiler,
Parlak, şatafatlı üniformaları ve
Tepeden tırnağa silahlarıyla,
Karanlık, çekirge orduları gibiydiler!

Yıl 1745,
Yurt Dağıstan,
Bölge Andi,
Boğazlamak için girmişlerdi yılanlar,
Yüksek tepelerdeki çocukları,
Kartal yuvalarında!

Her çağda rastlanırdı,
Büyütmeye gerek yok,
Bir ޞah’ı vardı İran’ın
Adı Nadir’di haytanın,
Kuyruğunun tükendiği yerde,
Soyu tükenecekti,
Tüm zorbaların yittiği gibi,
Zulüm ve kan denizinde!

İşaret parmağı gösterdiğinde,
Yoksul dağ köylerini,
Başlamıştı Azrail’le pazarlık,
Başlamıştı ölüm,
Alım,
Satımı!

Ne kötü ticaretti,
Bir bilse!
Bilmesi içinse!
Can vermesi gerekirdi cephede!

Doğrusu ihtişamı ve saltanatından,
Dondururdu çevresini! Fakat!
Tüylerin dikildiği o gün, savaş günüydü!

Öyle koca koca donanımlı ordular
Ya da denk rakip güçler değil di
Karşı karşıya!

Yaman! Tenin ürpertiye,
Tüyün korkuya dikeldiği
-Zayıf ancak haklı karşısında,
düştüğü güçsüzlükle- dikeldiği gündü!
O gün yani,
Bir Mağharulal köyü önünde,
Suğratl’da!

O karargah, o korkunç oyunun,
Hazırlandığı tezgah, karargah!
Çok gözlü bir ejder gibi,
Savaşın akışını seyre tepeden dalmıştı!
Düşünen bir beyin gibi amma!
Körlüğünden düşen uçurumlara!

O karargah, o korkunç oyunun,
Tasarlandığı tezgah, karargah!
Çok gözlü bir ejder gibi,
Utançtan ve şaşkınlıktan,
Kaşıyordu dokuz elle,
Dokuz gözünü,
Gözbebeklerinde çaresizlik
Okunuyordu ve
Karargah sonra dokuz eliyle
Kapatıyordu utançtan yüzünü,
Örtünen lekesiyle,
Karargah hüzünlü bir canavara,
Benziyor ve korkuyordu!

Zalim ޞah çekilmiş seyrediyordu,
İçinde fırtına ve milyon heyecan!

Durçi dağının tepelerinde,
Kurulu karargahında!
Yanında tutsak han Surhay!
GaziKumuk önderi!

Der ki bir aralık, zorba ޞah;
“Kimdir bu yiğit savaşçı?”
Göstererek çapulun ve kıyametin ortasında,
Ölüm püsküren el, kol ve oyanayışlarıyla,
“Kimdir bu ölüm makinesi?”
“Kimdir bu savaşı sanatlaştıran?”

Bir nefeslik durur ve yanıtlar,
GaziKumuk arslanı, Han Surhay;
“Oğlum!” böyle binlerce oğlu,
Olduğunu düşünerek,
Savaş cehennemine,
Takılı kalır gözleri,
Kıvılcım, düşleri bakışlarına,
Teslim tekliflerine red
Başkaldırı yol bir tek!

Direniş çelikten biçilmiş bir kaftan,
Direniş bir özgürlük türküsü,
Kayan dudaklardan,
Durçi dağ eteklerine akan!

Direniş tutkusu, onurun,
Baş taşıma onuru ve kıvancı,
İki omuz üzründe!
Direniş hem savunma,
Hem saldırı,
Çıkışı doğruların kabuklarından!

Soğratl’da çileli bir savaş,
Kıran kırana,
Salih yüreklerde korku sınavı,
Can buranı, burana!

Düşman kalabalık, yediden yetmişe silahlı,
Kana susamış, gözü dönmüş
Ve geçtiği yeri ezen,
Bin belalı ot gibi sarmış
Dağıstan toprağını yaygın, yabanıl!
Dağıstan çileli toprak,
Yine kanıyor yüreğin içten içe!

Dağlarda sızı,
Kan fışkırıyor,
Yaman atlıların,
Olduğu yerden!

Doğru ya nedir bu bilmece?
Karşı karşıya insan,
İnsan insana karşı karşıya,
Kıyım ve kıyam halinde!

Kendi kendinle çetin sınavlardasın insan!
Kimi haklı, zorba kimi,
Kimi topuklarıyla nam salmış,
Kimi parmak uçlarıyla!
Biri işgalden sarhoş, diğeri yurt sevgisinden!
Özgürlük köleleriyle,
ޞahkulu’nun öyküsü!

Yükselir kesik,
Kesik sesim!
Kandan nehirlerin kabardığı,
Durçi yamaçlarında;
“Köleliğe son veren olmayacak,
Kılıçlarımız ve hükmeden organlarımız,
İyiliğinden bizlerin yani,
Özgürlük kölelerinin!”
Ya siz ޞahkulları, ya siz!
Bir avuç altın,
Biraz şöhret ya rütbe!
Ya sizin bu işgal şevki,
Hakim olma hırsı, coşkusu!
Varın gidin kıyamın sofrasından!
Soğratl’dan, Çoh’dan, Muha’dan!
Varın gidin yurdunuza, yavuklunuza,
Dost bildik ocaklarınıza!
Bırakın sofrasında ekmeğini yoksulun,
Dağlı damarı uyanmıştır, bırakın,
Varın gidin yiğitlerin elinden!
Kurtarın kutsalsa -ki öyledir-
Canlarınızı!
Teslim etmeyin, zorbayla pazarlıklı,
O sinsi ölüm taşıyıcısı, Azrail’e!
Kutsalsa aileniz,
Karınız, evlatlarınız,
Dul, yetim, öksüz bırakmayın, geridekileri,
Varın gidin geldiğiniz gibi,
Yaşamın derinliklerine!

Kızılca laleler yetiştiren,
İnce ruhlu ülke savaşçıları,
Tutsak, yazık,
ޞah’ın ağzından çıkan kelimelere!

Kaçınılmaz bir can derdi herkesde,
Oluyor, belki de çok olacak,
Böyle kanlı oyunlar!
Sürekli işlenmek cesaretini,
Gösterecek zorbalar!
Her defasında döktüğü kanlar üzründe!

İşte öyle bir imha sahnesi,
Gözbebeklerimizde!
Günlerce sürer döğüş,
Zafer savaşanındı,
Savaşçı inanıyordu,
Bilemediler,
Eremediler,
Azmin boynunu kırmaya!

Sonra yollar çizildi,
Moraller gerildi,
Dağıstan’ın köylüsüne, tüccarına,
Yaşlısına, gencine,
Bilginine çobanına,
Oynak ayaklar verildi,
Savaşma sanatı bilgisine ek,
Buldular Obuk köyünde,
Düşmanın açık ensesini,
Görünce savaşanlar,
Giriştiler güçlü daha bir,
Soyundular ikinci bir zafere,
Yurtseven pehlivanlar,
Sırtını yere getirmek için,
Çullandılar işgalcinin üzrüne!

Tepeden tırnağa silahlı ordulara karşı,
“Savaşıyordu çapayla, çekiç”
Taşla bıçakla savaşıyordu,
Erkeğin bittiği yerde,
Çoluk çocuk ve kadınlar,
-Kadınlar ki taa Amazonlar’dan beri
Yaşamışlardır bu topraklarda,
Acizliklerle baş etmesini! –
Silahın tükendiği yerde,
Tırnaklarıyla katılıyorlardı,
Ölüm teknesinin rüzgarla,
Dalgalara karşı yürüyüşüne!

O pandırı dillendirip,
Yumuşak hareketlerle,
Oyun oynayan hanımlar,
Kamalarla, kılıçlarla,
Düşman başı almada!

ޞaşakalmıştı ޞah!
Kalmıştı yaya,
Dağıstan dağ köylerinde!
İşte göçük başladı işgal ordusunda,
Ürkütücü naralarla saldırıyor,
Dağıstan kadınları
-Taa Amazonlar’dan beri yiğit-
Saldırırken düşman üzrüne,
Sanki ölümle savaşır gibi!

İlk ihtişamdan kalmamıştı eser,
Bir Dağıstan eseriydi olanlar,
Kadınların zaferiydi,
Er bildiklerimize!
Ne Yunan ordusuydu,
Karşısında İran’ın!
Ne Çin, ne de Hint!
Öyle kalabalık yığınlar yoktu karşısında!
İşte bakın artık kaçış başlamıştır,
Kaçmaya başlamıştır erkek ordular,
Kadın tırnaklarının artıkları olmak,
Ne zilletti, tattık doğrusu,
Yaşamak belki ޞah için
Artık ölmekti!
Fakat o da ne onlar kendilerini,
Basbayağı ölü sayıyorlardı!

ޞah’ın gür sesi eridi,
Gitti, granit kayaların ardında!

Uzaktan,
Ruh bulan bir devin,
İki ayak üzrüne,
Kalkışı hissolonuyordu!

Yavaş yavaş geliyordu zafer,
Ağır ağır!
Gelen kıssa dedi eskiler,
Benimkine şiir!
Sonra durup bir hisse çıkarttılar,
Bunca olandan sonra İran’a!
ޞah aklını kaybedince,
Saldırırmış Dağıstan’a!

Ben de derim ki dostlar,
Herkesin kendi kendine ޞah olduğu bir çağda,
Böyle akılsızlara hiç uymamalı,
Hiçbir yerde, hiçbir zamanda!
Sonra aptal olmamalı “Yeni ޞah!”
Satranç gibi yaşam oyununda,
Kıskaçta!

Bağlarbaşı – 1986



İzlenme: 89 Görüntüleme
Puan:
1 Star2 Stars3 Stars4 Stars5 Stars (No Ratings Yet)
Loading...
Ekleyen: admin

Yorumlar

Yorum Yaz