Yükselen ağaç gövdelerinden öte, dalların yaprakları arasından
sızan gün ışığı değil.
Toprağın zerrelerinde yaşamını yitiren ekim yaprakları,
kuruyan dipsiz kuyunun suyu değil.
Yüzünü aydınlatan ay ışıkları ve ruhuna can veren
bahar rüzgarları değil.
Karanlık sokakta yankılanan kahkahalar,
geri dönmeyen cevapsız mektuplar, kaybolan hatıralar benim.
Kayıp kentlerin, kayıp türküleri olur, çağlar boyu dil taşır sözleri,
dökülünce hayatlar kağıtlara kitap olur insan.
Zaman makinası aynalar, ilk çağda bir gölge, orta çağda bir çocuk,
yeni çağda bir genç, yakın çağdakiyse yaşlı bir adam.
Üzerinden defalarca geçtiğim yollar, aklımın karanlık tarafı ve
hiç keşf edilmemiş icatlar, hepsi anahtarı kayıp olan o sandıkta.
Hayat, bazen abarttığımız bazen ciddiye bile almadığımız hayat.
Sonunda ben yeniden doğacakken o sandığın anahtarını getirdiler.
Herşeyimi aldım ve doğduğum güne geri döndüm.
Garip olansa doğduğum günle, öldüğüm günün aynı olmasıydı.
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz