Öykü
Bir mevsim; yeşil, sonbahar
Her gördüğün maviyi gözlerin sanma sakın
Maviler solar.
Gökyüzü bütün bulut kuşanır.
Ansızın koşarak öptüğüm gölgen değil mi
Penceremdeki?
Yeryüzü bütün mavi
Her okuduğun öyküyü yaşamın sanma sakın
Öyküler solar.
Sevdiğinin ardından seslenir ancak insan
Ansızın koşarak öptüğüm gölgen değil mi
Penceremdeki?
Cennetteymişim gibi.
Her gördüğün beni sevgilin sanma
Sevgilin solar.
Yükselir gökyüzüne ah o rutin yılgınlığım,
Pastel bedenimse yeryüzünde, cennette.
Ansızın koşarak öptüğüm gölgen değil mi
Penceremdeki?
Cennet annemdem miras, çocuksuluk öylesine.
Kentinin siluetini aç ben geldim.
Öykülerden aldığını yaşama veren şarabımsı düşlerimle kol kola.
Ama ne düş!!!
………
Özgün öyküler uydurdum bir başıma
Şarap içtim bir vakit.
Ansızım koştum, öpmekten yoruldum
Kuşkusuz ki bir haz duydum öpüşürken
Kendimle
Genç bedenimle yaşlı insan tavırları
Takınarak; olgun.
Koşmaktan yorulmadımsa, öpmekten yoruldum.
Gençliğinin ardına korkaklar sığınabilir ancak
Korkaklıklar öylesine.
Köyüne döndü silueti kentin
Siluti, öylesine
………
Ansızın koşarak öptüğüm gölgen değil mi
Penceremdeki?
Aynalara dost duvarlara düşman olarak
Böyle öğrenmişim okuduğum öykülerden.
Din gibi köktenci,
Az çok çıplak
Kuşaklarca okunmuş bir kitap kadar yıpranmış
Ve istanbul kadar gece olarak dönebilirken
Kendime.
Geceleri tanırım ben öykülerden
Suyun durağanlığını baharın çekingenliğini
Öğrendim yeni yeni
Anılarımı saklamayı kendimden geceleri.
Penceremin önünden geçen arabaları saymayı,
Renk renk, model model
Kendimden sakladım anılarımı
Yıldız görmek umuduyla bir başıma
Kendi halimde az çok sarhoştum çünkü
Çıplak kalmak umudunu taşıdım
Ansızın koşarak öptüğüm gölgen değil mi
Penceremdeki?
Seni ilk öpünce öldüm sandım
Her yanım biraz poyraz,
Memleket havası, ılık
Hep aynı özlemi derledim asfaltlarda
Nüfusu ve rakımıyla…
Penceremin önünden geçen arabaları saydım
Seni her öpünce öldüm sandım
Her yanım davul zurna,
Kır kahvesi, ılık
Hep aynı türküyü dinledim düğünlerde
Seni çok öpünce öldüm sandım;
Sanmaktan da yoruldum
Dilim damağım kurudu bitmek bilmez
Öpmelerden kendimi
Dilim damağım kurudu bitmek bilmez öyküler
Anlatmaktan kendime
Bu yasal, bu erotik ten; mor yeşil ve sarı
Artık küfredebilmekti.
Kente giden suyu içtim kaynağından
Her gün pazar belki de her gün pazartesi.
Her gördüğün beni sevgilin sanma sakın
Sahipsiz köpekler gibi kentinden ayrıldığımda
Bir kızıl mum yak avucuna
Yaşanmış günlerin ardından ilkbahar gibi bak
Mayıs ki yaza açılan bir pencere
Perdelerinse henüz bütün ıslak.
Dirençli yollarında doğduğum kentin
Bir uyarı, bir sesleniş, bir efekt hali-hazır bir öyküdür kulağıma çalınan
Sağ yanda bir liman var denizinden almış ismini
Bir nehir ki solumda yıkanan çocuklarıyla
Bulanık
Senin nehirlerin yağmacı bahara sevdalı
Dilsiz, ürkek, kaskatı
Benim denizlerim ay tarlası, güz mahkumu, avare
Yaşanan kuru benzer günlere karşın
Senin nehirlerin benim denizlerime dökülür elbet
………
Tanıt saçlarını serin esen poyraza
O vakit dokuz canlı bir dolunay kamaştırır
Yapraklarını
Susuz akan bir nehire karışır terin
O çok bildik yaşam bebek kulaklarında
Uğuldanır elbet
Bir leylek doğurur seni
Bir diğeri emzirir öykü bu ya
Ve prens öper gençliğini kurbağa dudaklarıyla
Pancar zamanıdır leylekler gider
İki elim dolu pancar.
Yüreğime korku salan en keskin kılıcın dövüldüğü anda leylekler gider
Tanıt saçlarını serin esen poyraza
O vakit leylekler gider
İki elim dolu pancar ve yüzümde acımasız bir ifade
Bu kış kıyamet beni ancak düşlerinden tanıyabilirsin
Ağır bir hastalıktan yeni çıkmışçasına
Vişnelikler içinde bir ev; üşümüşümdür
Evin içinde insansız bir resim
Evin içinde bir sıcaklık; mevsimin son sıcaklığı
Yüzünde parmak izim bulunur;
Düşlerinden tanırsın beni
Belki de sonbaharda kalmış aklım gölgelerimde kalmış
Üşümekteyim.
Vişnelikler içinde serin bir ev düşünmekte
Evin içinde bir insansız resim
………
Tornadan çıkma ellerimi kestiğim bıçaklar var yanımda
Miller var gözlerime çektiğim
Bıraksalar elden düşme yüreğimi bıçaklayıp kaçardım
Yanıma mevsimlik giysilerimi alarak,
Bir de tren bileti, parmak izim ve yüzünü
Ağır bir hastalıktan yeni çıkmışçasına
İçim dışım koyu mavi.
Ve içimde insansız bir resim
………
Beni bıraktığın bu kente dün gece küstüm
Dışarıdan kilitledim kapımı evde yok gibiyim
Gözlerim ise eski bir aşk filmini seyretmeler
Kaç gecedir bildik ayrılıklar, benzer
Tesadüfler, yaşam hataları
Beni yabancılaştırdığın kentinde
Patlak bir topun peşinde koşmuyor çocuklar
Hep bir sis, yoğun bir duman alabildiğine keskin bir pancar kokusu
Dışarıdan kilitledim kapımı evde yok gibiyim
Bütün duvarları boyasız bu kentin,
Telefon kulübeleri, umumi helaları
Vapurları bile tenha belki de
Yaşadığım kente uzağım artık
Köpekler sıska, duvarlar boyasız
Yüreğime zimmetli bir kızgınlıkla uyandım ilk kez
Terli terli su içtim inadına
Ansızın koşarak öptüğüm penceremdeki maviliği…
………
Uysal çocuklarıyız ülkenin
Kuraltanır bir yaşamı olağan gözlerle izleriz
Bir utancın sıcaklığı, sıkıcılığı yanaklarımızda
Benim içim maviyse senin için de mavi
Eski bildik bir öykünün tortusu, acemi aşık sevgilim
Ağlasan, bir hışım griye boyardım ülkeni
Darp edilmedik beyinlerimizden fışkıran bu
Düşsatar bu otomatik öz
Hangi elektronik cinayeti aydınlatabilir
Bu bıçak ise bursa işi bu düşsatar bu otomatik çelik
Hangi medyatik cinayeti işleyebilir gazetelerdeki
Kızıl sevgilim benim kızıl bir mum yak avucuna
Uysal çocuklarıyız ülkenin kavga nedir bilmeyiz
Bu yumruklar bu toz pembe düşlerini dağıtabilir ancak
Kavga diriltir insanı sıkça nedensizce
Poyraz yemiş bu martı istanbullu mu?
Yoksa muşlu mu?
Dolanır da kudurmuş bir istavritin aşkına yıllar yılı
Sevda diriltir martıyı sıkça nedensizce
Uysal çocuklarıyız ülkenin sevdamız perakende
Benim içim koyu mavi…
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz