Od düştü içime, düştüm yollara
Kapladı cismimi nefis kokular
İlişti gözlerim mor ufuklara
Gördüm ki hayretle, el ediyor yâr!..
Baktım azığıma, baktım dengime
Sonra durdum birden… sordum kendime:
“Ne yüzle gidersin sen Efendine;
Ne yüzle gidersin be hey günahkar?!.”
Dilimde şahâdet, gözlerimde yaş
Döndüm etrafımda… yok bir arkadaş!
Seslendi Habîb’im: “Gel, korkma, yaklaş;
Hakk’ın rahmetinden endişen mi var?!.”
“Hâşâ şefaatçim, hâşâ efendim;
Günahlarım için endişelendim;
Mahçubiyetimden bittim, tükendim;
Çok zaman nefsime takmadım yular!.”
Dedim ve yürüdüm, gün doğuyordu
Ve o kadife ses “yaklaş!” diyordu
Bitmiyordu yollar ah!.. bitmiyordu!..
Kaybettim zamanı, bilmem ne kadar?
Giderken düşerek, sendeleyerek
Sarıverdi birden “on”larca melek
Uçuyordum sanki Arş’ı delerek
Bir tek saniyeye dolmuştu yıllar.
Bitmişti sıkıntı, bitmişti çile
Ulaştım ânında kutlu menzile
İsmimi-cismimi sormadı bile!
Sarıverdi beni mübârek kollar!
Misk kokan bir nefes, sımsıcak kucak
Kalbim heyecandan durdu-duracak
Telefon sesiyle uyandım ancak
Gerçek olsa idi bir de hülyâlar!..
Şubat 1999
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz