Kaf Dağı’ndan mı, bilmem, o ses nereden gelir,
Ben, gerçekleri uyur, hep o sesi yaşardım
Balkonlardan aşırır ufacık kalbimi sır,
Bildik pencerelerden, meçhûle taşınırdım
Güneş, çirkin doğardı saf çocuklar üstüne:
Yakan top, saklanmaca, seksek neye yarardı?
Anlatacaksa bana bu büyülü dâveti,
Birkaç ihtiyar yıldız, bir büyükanne vardı
…
Bir büyükanne yoktu: ‘Ses’e gitti dediler
Götürdükleri yerde taşlar dikili bahçe:
Ammâ sesten eser yok, mırnav mırnav kediler,
Kapısında bir demir ve üstünde kelepçe
…
Okullar aldı beni ‘Fizikçiler işledi’
Göğsümü kurdu durdu hercâî bir vuruntu,
Gurbet doğurdu gurbet. ‘Yalan’, böyle başladı
Ben, ‘Ses’i unutmadım… ‘O ses’, ve bir kuruntu:
Düşman kovalıyordu sanki art arda günler
Tekrârı olmayan bir müsâbakadan sonra
Aynamdaki beyaz kıl ve yaşanmamış dünler,
Gönlündeki ‘Fî’ dedi, haricinde ne var: ‘Lâ’!
Rüzgâr, hani derler yâ: ‘Bir rüzgâr attı beni’
Şu taş, Remzi’den kalma, o pencere kırıktı
Demir kapı zincirsiz, taşların çoğu devrik
Eridi vuslat mumu, içime kasvet aktı:
…
Çocuk kalbime her gün hasret eken ‘ezancı’
Ne adını bildiğim, ne de gördüğüm amca
Kırk yıl sonra önünde, ‘eskiden bizim’ evin,
Gözüm boş minârede, gönlüm kördüğüm Amca…
Ankara – 2005
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz