dilindeki
ve aklındaki
dehliz
her şey usul usul bir yolculuktu, ne zaman kırılan
bir dal gibi içimi ürpertse vardığın vahalar… ve
akşamlar sohbetlerle aydınlandığında, karanlık
suya düşen bir nergis kendini bir yolculuğa
bırakırdı dilinin peşi sıra denizlere açılarak;
acının diliyle yoğrulurmuş hayat ve sonra her şey
yıkılırmış dilin yanlış bir oynayışıyla, anladım.
lanetlerden kurduğum bu kemirgen hayat, bir gündüzün
kendini yavaş yavaş yosunlanan bir anıya bırakmasıyla,
sırıtan bir zamana dönüştü, yaktığın çıralar bir bir kendine
ışık verirken; beyhude bir bekleyişmiş gölgenin eksik bir
zamanı tamamlaması. son düğüm hep en sert atılanıymış
son yağmurlar en ıslatanı, akşamlar en karanlığı ve sözler
bir dilin yalnızlığında daha da acıtırmış zamanı, anladım.
ama dil hayatı nasıl heder edermiş bahçelerden geçerken
ve nasıl bir yolculukmuş yalnızlık herkesin kıyısında yaşadığı;
âh o unutuş… anlamıyorum. bu karanlık gider mi ki kendi başına.
artık acımayacak kalbim bilesin, zamana su serptim,
yüzüne tuz ektim, dağladım sözlerini çünkü; bilesin.
akşamlar artık sadece irinli bir sargı, sözlerini saklayan
ve gözlerindeki tedirginlik artık yakmıyor içimi,
kanıyorum durmadan akşam üstleri, bilesin.
dostluklar akşamları otururmuş insanın yüreğine
ve yine akşamları bozulurmuş yakılan ateşlerin etrafındaki
taşlar; gözlerinden öpüyorum, isterim ki dilimi yakmayasın
ve unutmayasın akşamları hangi nehirlerin deltalara aktığını;
bırakarak kendini, gözlerini yutacak dilinin ve aklının dehlizlerine.
Ankara – 2004
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz