Hani o çivit mavisi bakışlarınla,
Bedenimi kavuran!
Zemheri ortasında,
Dağ buzullarını eriten!
Nilgün nilgün gülüşlerinle,
Ve… beni parçalayan esprilerinle,
Dudaklarımı ve kursağımı kuruttuğun bir yerdeyim.
Mert, asil, sade, berrak ruhun…
Göz alıcı endamın,
Aslan yelesi saçların,
Bunların yanına bir de leopar edası.
Erimek mi istiyordum karşında,
Yoksa yok olmak mı?
Kim bilir? kim bilebilir ki…
Yoksa yüreğimden aşağıya doğru inen,
Bir kuş çırpıntısı mı hissettiklerim?
Dostluk mu? arkadaşlık mı? özlem mi?
Vefa mı? deli bir ihtiras mı?
Erişilmez kayalıklarda krizantem çiçeğisin belki.
Ya da ova bağlarında, olmuş bir salkım üzüm.
Susturma ne olur yüreğimi!
Hoyratça aksın, coşkun ırmaklar misali.
Seninle gülerken,
Ya da felsefe yaparken çok kolaydı yazmak.
Hayatımda satırlarımın bu kadar kilitlenmiş olabileceği,
Hiç aklıma gelmezdi.
Seni anlatabilmek bu kadar zorsa…
Yaşamak, yaşamak nasıldır acaba.
Karanlık mahzenlerimi,
Seninle paylaşabilmek…
Sınırlı sayıda kelimelerim de olsa,
Her şeyi beynine dökebilmek…
Klavyeye pranga vurulmuş da olsa,
Hiç durmadan seni yazabilmek…
Dünyayı ve zamanı durdurmak,
Hatta on beş yıl geriye götürebilmek.
Ve… cuma günü futbol maçlarında,
Attığım golleri alkışladığını görebilmek gibi…
Manyakça düşüncelerim oldu! bilmiyorsun.
Ve… diyorum ki…
Paylaşmak içindir her şey.
Bir sigara, kuru bir ekmek parçası,
Bazen umutlar ve hayaller,
Bazen her şey içindir paylaşmak.
Ve… paylaşılacaksa bazı şeyler,
Ne olur; hoyratça, yürekten ve çıkarsız olsun.
Ankara – 16.07.2007
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz