Hangi zamandan bana bir bıçak gösterilse ben o kambura benzeyen develeri
dudaklarından öpüyorum ve sanki acımsı birşeyler hissediyorum. Pul pul
dökülen bir suç saygınlığının üstüne serilen birkaç senli benli dövüş yani
işte yaşamak denen hayvanın pençeleri beni böyle tırmalar durur. Hayatın
her sokağına serpiştirilmiş olur olmaz doğumlar. Bilirsiniz insanlar en güzel
doğurmayı yaparlar.Ama ben bir çocuğun kırmızı bir balık doğurduğunu
gördüm.Buna şaşmam gerektiğine inanıyorum ve bunu tartışmayacağım kimseyle.
Daha önce hiç görmedim kırmızı bir balığın ebesini. Güzel kadın olduğunu
söylüyorlar bu da benim görmek istememi gerektiriyor.
Peki nasıl oldu?
Ben tam kaldırımın uçurum özelliğini ölçerek yürürken dünyanın başka
yerlerinde ilkel kabileler olduğunu, bu kabilelerde kabile kadınlarının
hiçbir zaman südyen giyemediklerini, ve onların diğer çıplaklıklarını
düşünüyordum ardından şu sonucu çıkardım: O kabile kadınlarının memeleri
sarkık olmalı.Ama değil sırf bu yüzden Aristo’ya küfrettim. Bir araba bana
bütün bunları boşuna düşündüğümü söyledi ona katılmadığımı belirtince üstüme
yürüdü sonra da bütün şehri beni linç etmeye çağırdı. (Bilmediği bir şey
vardı, yaşam denen lanet hayvan heryerde aynı anda olabiliyordu ve durmadan
pençelerini savuruyordu) Şehir kulak vermedi onun çağrısına.
Bana sorarsanız benim arabayla olan ilişkim kırmızı balığın umrunda
değildir, o hep küçük vazolara sevdalıdır. Yanımda geçen adamı durdurup ona
çorapların pis koktuğunu söyledim, kızdığını anlayınca ona bunun bana bir
dostumu hatırlattığını ve bunu sırf dostumu hatırlayabilmek için yaptığımı
söyledim ve ekledim
–Sizin çoraplarının pis kokacak çoraplara benzemiyor.
Yalan söylüyordum hem de aynı anda iki tane ama ben aynı anda binlerce yalan
söyleyebiliyorken iki tane söylemem tavşanları bile umrunda değil. Her neyse
işte o zaman sessiz kalmıştı şiirin hüznüne. Adamın çorapları basbaya
kokuyordu hem de jilet gibi ama görünmüyordu, adam uzun paçalı pantolon
giymişti çünkü. Adamı kızdırılmış olarak bıraktım ya! bütün dükkanların
kepenkleri çekiliyordu, kepenklerin üzerinde: TAZİYE DOLAYISIYLA KAPALIYIZ.
–Kim ölmüş?
–Etten insanlar.
(Kırmızı balık sen susuz kal emi bilmez misin plastik insanlarda yaratılıyor
artık)
İşte ben tam kaldırımları uçurumlardan da tehlikeli olduğunu
söyleyecekken çocuk kendini kaldırımları sürtmeye başladı. Dokunacaktım ki
bütün insanlar üstüme çullandı ki bunlar arabaya yanıt
vermeyenlerdi. Şaşakaldım.Ben bütün ellerimi çektim çocuğun üzerinden ve
baktım ki çocuğun kucağında o kırmızı balık.İnce, ipek gibi yüzgeçlerini
sallıyordu. Hafif bir dalgalanma veriyordu insanlara
Bakışlarımdaki ölüm sözcüklerinin sayısını arttırdım bunu yaşantıma
yorumlamayın.
(Sevgiliye kısa bir not: sesimin içkanamalarını anlayabiliyorsun, bunu kime
söylesem benim bir tarafım sana saydam kalır)
İşte kırmızı balığın annesi olan o küçük çocuk yavrusunu insanları
dalgalandırmaya bırakarak terketmişti.
Bana hangi zamandan bir bıçak gösterilse, ben yaşamak denen hayvanın
gözlerinden payıma düşen korkuları kimselere bırakmam. Edindiğim ikiyüzlü
bilgi çağının öte yüzünde mağara yazıları.
Hazırla kendini asfalt ben kaldırımdan düşüyorum
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz